O nefret ettiği anne ve babasının öldüğünü söylüyordu karşıdaki
tok ses... Rıfat yutkunmaya çalıştı ancak boğazı o kadar kurumuştu ki onu bile
yapamıyordu. Hani onun için bir değer taşımıyorlardı? Hani nefret ediyordu
onlardan? Yüzlerini yalnızca fotoğraftan gördüğü, 24 yıldır onu ne arayıp ne
soran iki insan niye birden bu kadar önemli olmuşlardı? Cevap vermediği soru
sayısı fazlalaşınca dudağını ısırırdı hep... Bu kez o kadar güçlü ısırmıştı ki
dudağın derisi yerine kendisinden bir parça kopardı. Kanın tadını alıyor ancak
içinde bulunduğu duruma hala bir anlam veremiyordu. Apar topar önce dedesinin
yanına gitti.
Dedesi de şaşkınlığını gizleyemiyor, ne diyeceğini
bilemiyordu Rıfat’a karşı. 70 yıldır kazandığı deneyim, eriştiği olgunluk
birden kayboluvermişti. Kaybolmasa bile saklanmıştı bir yerlere. İyi saklanmış
olsa gereklerdi ki bulamadı ihtiyar adam tam ihtiyacı olduğunda bulamadı,
Rıfat’a karşı ilk kez bu kadar samimiydi. Duygularını saklamıyordu ilk kez.
Ağladılar karşılıklı...
Bir fotoğraf albümü çıkardı Ali Eşref Bey. Kızı da vardı bu
albümde... Ona biraz da özlemle baktı ancak iş işten geçmişti ve seçimler
yapılalı çok olmuştu. Belki de kaçınılmaz son beklediğinden biraz daha erken
gelmişti. Rıfat resimde gördüğü küçük kızın annesi olduğunu biliyordu ama o
kadardı. Bugüne kadar görmediği annesinin çocukluk albümünü görünce Almanya’ya
gitmeliyim dedi içinden... Ne de olsa o bir evlattı ve her ne kadar yaşayamadığı
aile saadeti onu dizginlese de bu son görevi başkasına yaptırmayacak,
defnedilirken ailesinin basında duracaktı.
Her ne kadar tanımasa
da onları, meğer ne kuvvetli duygular hissediyormuştu anne-babasına karşı?
Hemen bir uçak bileti aldı ve Almanya’nın yolunu tuttu.
Dedesi de gelmek istedi onunla ama Rıfat onun kalbinin bu olay karsısında zaten
yorulduğunu ve bir de uçak yolculuğunu kaldıramayacağını duşundu. Uçağa
giderken arkasından el sallamakla yetindi dedesi.. Aynı gün içinde Berlin
havaalanına geldi. Onu karşılayan bir grup polis karşısında şaşkınlığını
gizleyememiş de olsa onların aracına binip önce morga sonra da polis merkezine gitti.
İşte o an belki de dünyadaki insanlarının %99 unun
yaşayamayacağı ve hiçbir zaman tadamayacağı bir duyguyu tattı. Anne ve babası
profesyonel hırsızlardı. Planladıkları son vurgun tüm paralarını ve görünüşe
göre hayatlarını yatırdıkları bir işti. Alman polisi bu istihbaratı alır almaz
soygun yerine baskın yaptı... Çift kaçarken kullandıkları arabanın freninin
patlaması sonucu bir köprüden aşağı uçtu ve yaşamlarını yitirdiler.
Onu şoke eden durum bu da değildi. Hiç görmedikleri
oğullarına bir de miras bırakmışlardı. Bu bir borçtu. Herhalde o an sorguladığı
kadar hiç sorgulamamıştı kaderi? Adalet miydi bu? Yaşadıkları, hissettikleri
çok fazlaydı sıradan bir bankacı için. Tüm bunları hak edecek ne yapmıştı oysa?
Toparlanması lazımdı. Bunun için gidilecek adres belliydi.
Hemen Türkiye’ye döndü, dedesinin yanına. işte beraber oturup konuştuklarında
dedesinin ağzından çıkan kelimeler adeta yumrukları savuşturan bir gard gibiydi
ya da dalgaları içeri sokmayan bir liman…
İşte tüm bu koşullar altında toparlandı çalışmaya, çalışmak
zorunda olduğu için de olsa devam etti ve de anne babasından ona kalan son
hatırayı da temizledi...