18 Nisan 2013 Perşembe
pasajlar.1
Özel insanlarla geçirilen özel günler …
İçinin huzur dolması..
Kafanı gereksiz şeylerin meşgul etmemesi. O anki mutlulukla yüzdeki
durdurulamayan tebessüm.. Hatta öyle bir durum ki sanki o anın öncesi ya da
sonrası yok. Gecenin bitmemesi temennileri.. Gecenin sonunda ise gerçek dünyaya
donüş.
Dramatik ...
17 Nisan 2013 Çarşamba
uzun hikaye bölüm.3
25 Mart 2012
Alacaklı Alman Hükümeti’ne 25 Mart 2012 tarihiyle beraber
ödenecek borç kalmamış Alman Hükümeti borçlu yakını tarafından şu ana kadar
ödenen miktarı yeterli bulmuştur…
Oliver
Zimmermann
Alman-Türk
Mali Komisyonu Başkanı
İşte bu belgeydi tüm bağı, tüm hatırası ailesiyle ilgili… Ne
bir resim kalmıştı beraber çektirdikleri ne de bir kartpostal vardı doğum gününde
aldığı… o hep bir özlemle bakacaktı bu tebligata... Kimine göre göre anlamsız
bir kâğıt parçası olsa da Rıfat onu saklayacaktı ömrü boyunca. Çekilmeyen
fotoğraflara, gönderilmeyen kartpostallara sayacaktı bu resmi belgeyi...
Dedesi de biliyordu bu durumu ve hiçbir şey diyemiyordu
düşünse bile sözler ağızdan çıkamadı hiçbir zaman. Rıfat’ı seviyordu sevmesine
ama ona göre çok daha önemli bir şey vardı onunla bu özel çocuk arasında. O da
saygıydı. Rıfat sınırlarını o kadar iyi biliyordu ki kurcalamaması gereken
yerleri dedesini de kendine benzetti bir sure sonra...
uzun hikaye bölüm.2
O nefret ettiği anne ve babasının öldüğünü söylüyordu karşıdaki
tok ses... Rıfat yutkunmaya çalıştı ancak boğazı o kadar kurumuştu ki onu bile
yapamıyordu. Hani onun için bir değer taşımıyorlardı? Hani nefret ediyordu
onlardan? Yüzlerini yalnızca fotoğraftan gördüğü, 24 yıldır onu ne arayıp ne
soran iki insan niye birden bu kadar önemli olmuşlardı? Cevap vermediği soru
sayısı fazlalaşınca dudağını ısırırdı hep... Bu kez o kadar güçlü ısırmıştı ki
dudağın derisi yerine kendisinden bir parça kopardı. Kanın tadını alıyor ancak
içinde bulunduğu duruma hala bir anlam veremiyordu. Apar topar önce dedesinin
yanına gitti.
Dedesi de şaşkınlığını gizleyemiyor, ne diyeceğini
bilemiyordu Rıfat’a karşı. 70 yıldır kazandığı deneyim, eriştiği olgunluk
birden kayboluvermişti. Kaybolmasa bile saklanmıştı bir yerlere. İyi saklanmış
olsa gereklerdi ki bulamadı ihtiyar adam tam ihtiyacı olduğunda bulamadı,
Rıfat’a karşı ilk kez bu kadar samimiydi. Duygularını saklamıyordu ilk kez.
Ağladılar karşılıklı...
Bir fotoğraf albümü çıkardı Ali Eşref Bey. Kızı da vardı bu
albümde... Ona biraz da özlemle baktı ancak iş işten geçmişti ve seçimler
yapılalı çok olmuştu. Belki de kaçınılmaz son beklediğinden biraz daha erken
gelmişti. Rıfat resimde gördüğü küçük kızın annesi olduğunu biliyordu ama o
kadardı. Bugüne kadar görmediği annesinin çocukluk albümünü görünce Almanya’ya
gitmeliyim dedi içinden... Ne de olsa o bir evlattı ve her ne kadar yaşayamadığı
aile saadeti onu dizginlese de bu son görevi başkasına yaptırmayacak,
defnedilirken ailesinin basında duracaktı.
Her ne kadar tanımasa
da onları, meğer ne kuvvetli duygular hissediyormuştu anne-babasına karşı?
Hemen bir uçak bileti aldı ve Almanya’nın yolunu tuttu.
Dedesi de gelmek istedi onunla ama Rıfat onun kalbinin bu olay karsısında zaten
yorulduğunu ve bir de uçak yolculuğunu kaldıramayacağını duşundu. Uçağa
giderken arkasından el sallamakla yetindi dedesi.. Aynı gün içinde Berlin
havaalanına geldi. Onu karşılayan bir grup polis karşısında şaşkınlığını
gizleyememiş de olsa onların aracına binip önce morga sonra da polis merkezine gitti.
İşte o an belki de dünyadaki insanlarının %99 unun
yaşayamayacağı ve hiçbir zaman tadamayacağı bir duyguyu tattı. Anne ve babası
profesyonel hırsızlardı. Planladıkları son vurgun tüm paralarını ve görünüşe
göre hayatlarını yatırdıkları bir işti. Alman polisi bu istihbaratı alır almaz
soygun yerine baskın yaptı... Çift kaçarken kullandıkları arabanın freninin
patlaması sonucu bir köprüden aşağı uçtu ve yaşamlarını yitirdiler.
Onu şoke eden durum bu da değildi. Hiç görmedikleri
oğullarına bir de miras bırakmışlardı. Bu bir borçtu. Herhalde o an sorguladığı
kadar hiç sorgulamamıştı kaderi? Adalet miydi bu? Yaşadıkları, hissettikleri
çok fazlaydı sıradan bir bankacı için. Tüm bunları hak edecek ne yapmıştı oysa?
Toparlanması lazımdı. Bunun için gidilecek adres belliydi.
Hemen Türkiye’ye döndü, dedesinin yanına. işte beraber oturup konuştuklarında
dedesinin ağzından çıkan kelimeler adeta yumrukları savuşturan bir gard gibiydi
ya da dalgaları içeri sokmayan bir liman…
İşte tüm bu koşullar altında toparlandı çalışmaya, çalışmak
zorunda olduğu için de olsa devam etti ve de anne babasından ona kalan son
hatırayı da temizledi...
uzun hikaye bölüm.1
Dedesinin hikayelerine hep ilgi duymuştu zaten.. Dedesiyse
anlatmaktan bıkmadığı o hikâyeleri tıpkı yaşarken olduğu gibi heyecanla dur durak
bilmeksizin anlatıyordu. Bazı hikâyelerini anlatması yarım günü buluyordu. Ama
o dinlemekten hiç yılmıyor aksine keyif alıyordu. Sırf bu hikâyeleri düzenli
olarak dinleyebilmek içindi izne çıkışı zaten.
o sene 29. Yaş gününde aynı zamanda bankadaki 5.yılını da dolduruyordu. Ancak o 5 yıl ne sen sor ne o söylesindi. Çalışmaya ailesinden miras kalan borçları temizlemek için devam etmeliydi ancak bu onun için aynı zamanda her gün kendi mezarını kazıp içine girmek gibiydi. Arkadaşlarıyla kurduğu o küçük ama herkesten ve her şeyden uzaklaşabildiği grup ise yaklaşık 2 yıldır toplanmıyordu. Hatta grup elemanlarından bazıları yaşadıkları maddi zorluklar yüzünden enstrümanlarını bile satmak zorunda kalmışlardı. Ve hayat artık onun için artık büsbütün sıkıcı bir rutine dönüştü. Annesi ve babasını sevmiyordu, sevemiyordu bir turlu. Ona göre bir anne ve baba çocuklarını yeni doğduktan sonra niye terk edip gitsinlerdi ki? Hep bu nefretle büyüdü. Çocukluğuna dair hatırladığı her şeyin içinde dedesi vardı. O, madalyaları olan bir kahraman, bir savaş gazisiydi. Oturup kalkmayı da ondan öğrendi, yemek yapıp kendine bakmayı da…
o sene 29. Yaş gününde aynı zamanda bankadaki 5.yılını da dolduruyordu. Ancak o 5 yıl ne sen sor ne o söylesindi. Çalışmaya ailesinden miras kalan borçları temizlemek için devam etmeliydi ancak bu onun için aynı zamanda her gün kendi mezarını kazıp içine girmek gibiydi. Arkadaşlarıyla kurduğu o küçük ama herkesten ve her şeyden uzaklaşabildiği grup ise yaklaşık 2 yıldır toplanmıyordu. Hatta grup elemanlarından bazıları yaşadıkları maddi zorluklar yüzünden enstrümanlarını bile satmak zorunda kalmışlardı. Ve hayat artık onun için artık büsbütün sıkıcı bir rutine dönüştü. Annesi ve babasını sevmiyordu, sevemiyordu bir turlu. Ona göre bir anne ve baba çocuklarını yeni doğduktan sonra niye terk edip gitsinlerdi ki? Hep bu nefretle büyüdü. Çocukluğuna dair hatırladığı her şeyin içinde dedesi vardı. O, madalyaları olan bir kahraman, bir savaş gazisiydi. Oturup kalkmayı da ondan öğrendi, yemek yapıp kendine bakmayı da…
Dedesi , eşi genç yaşta vefat etmiş 3 çocuğundan hayır
görmemiş, her işini kendi yapmaya alışmış huysuz bir savaş gazisiydi.. Rıfat’ı
ona terk ettikleri gün anladı hayatın aslında kendine bir şans daha vermiş
olabileceğini. Onu hiçbir çocuğunu yetiştirirken yaptığı gibi yalnız bırakmadı.
Çünkü karısı vefat ettikten sonra girdiği bunalım yüzünden hep uzak yerlere
tayin istemiş, içki sorunu başlamış ve de çocuklarına ihtiyacı olan o sevgiyi
hiç verememişti. Vermek istemedi belki de... ne de olsa o emrinde binlerce
askeri olan bir albaydı… Onu insan yapan parçasını da kaybettiğinden beri iyice
huysuzlaşmış, darmadağın olmuştu. Çocuklarına da hep başkaları baktı. bu
yüzdendi belki de Rıfat’a kucak açması. Belki onda da bastırılmış bir
ebeveynlik duygusu vardı ve açığa çıkmıştı Rıfat’la beraber. Küçücüktü yanına
aldığında... Rıfat ismini de o koymuştu zaten...
Hep korudu Rıfat’ı. Hep kolladı. En iyi okullara gönderip,
en iyi hocalardan ders aldırttı ona...
Günler, aylar derken yıllar birbirini kovaladı ve Rıfat
üniversiteden mezun oldu. Bir iş buldu ve artık kendi dairesine çıkmasının
doğru olacağını ancak böyle hayata gerçekten atılabileceğini söyledi dedesine…
Ali Eşref Bey bu kararı zaten biliyormuşçasına olgunlukla ve destekleyici bir
biçimde karşıladı. Rıfat onu hep bir baba olarak görmesine karşın hiç baba
dedirtmedi kendine Ali Eşref Bey... Gerçekleri bilsin istiyordu. Her şeyi
anlatıyordu ona ama bir hikâye gibi... o tok sesi her ne kadar kötü şeyler
anlatsa da bazen (ailesiyle ilgili) hep güven verirdi Rıfat’a... Rıfat zayıf,
elmacık kemikleri çıkık, ela gözlü, geniş omuzlu kendi halinde bir çocuktu...
Bunlar en belirgin fiziksel özellikleriydi onun. Dışarıdan gören sataşırdı
belki ancak umurunda mıydı küçük Rıfat’ın? Dedesi vardı onun... Kahraman dedesi...
İşte bu güven kendisine olan özgüveninin bir teminatı
gibiydi. Evden ayrılma kararında da inkar etse de bu neden etkiliydi.
Dedesiyle beraber eşyalarını toplayıp , daha önceden
Beyoğlu’nda tuttuğu daireye yerleştirdiler... Aradan 5 ay geçti.5 sıkıcı artık
rutine oturan ay.5 robotik ay.
Sonbahar başıydı…
Telefon çaldı. Rıfat
bu bilmediği numarayı görünce yine yanlış numaradır ya da bankanın farklı bir
şubesinden aramışlardır diyerek sıkıcı sesini o ciddi ancak bir o kadar da
sıkıcı tona burudu. Hattın diğer ucunda Türkçesi çok da düzgün olmayan bir adam
sesi ona Almanya’da bir trafik kazası yaşandığını ve de ölen 2 kişinin en
yakını olarak onu aradıklarını söylüyordu.
senin hikayen
Ne
ameliyatın pahalı maliyeti ne de kesik kesik zorla aldığı nefes… hiçbir şeyin
zorluğunu bu kadar hissetmemişti.. O kadar ki 10 yıldır ayrı kaldığı eski
aşkına geri dönmüştü.. Bir nefes daha cekti sigarasından paltosunun içine doğru
iyice büzüşerek… Ölümü düşünüyordu. Ölmeyi. Ölmek bu kadar da kolay mıydı
gerçekten?
O kadar hızlı koşmuştu ki yüzünde eski
günlerini hatırlatan o ufak tebessüm belirdi birden .. Garipti belki . Ama
gerçekti. Zaten hayatı bu ve bunun gibi çok gariplikle geçiyordu diğer
insanlara göre..
Kendince
yaşayan bir insandı. 20lerini hatırladı. Ne güzel planları vardı 20sinde.. Ta
ki o büyük yıkıma kadar. Hayatında kilometretaşı olarak gösterebileceği tek şey
bir yıkımdı. O gün.. O günü düşündü. Ne kadar da mutluydu halbuki. Belki de
hayatı kimsenin göremediği gibi görmesini , hissetmesini sağlayan o olaydan
yalnızca birkaç dakika önce baba olacağı haberini almıştı. Cebindeki tüm
bozuklukları mendil satan bi çocuğa vermişti.Varsın tüm parası onun olsundu.
Çocuk olan oydu o gün. Çocuklar gibi şen, çocuklar kadar kaygısızdı. Kimse
mutluluğunu alamazdı elinden kimse . Kendisi bile.. Sonra ne olduysa oldu…
Birden
bıraktı kendini boşluğa .. Ne onu vazgeçirmeye çalışan insanların çığlıkları ne
de gittikçe yaklaşan ölüm.. Duymuyordu
kimseyi. Hissetmiyordu gittikçe yaklaşan denizin soğuğunu. Sadece anılar diye
düşündü .. Belki de anılardı gerçek olanlar.. Kim olduğun değil nasıl
hissettiğin değil miydi zaten önemli olan?
Gözlerini sıkıca kapadı.. Uyandığında ise içinden “Yine başaramadım “
diye geçiriyordu. Aslında yabancı değildi bu duyguya .. Kendini sürekli
hayalkırıklığına uğrattığı zaten bir gerçekken ölüm ona bir çıkış yolu gibi
görünmüştü… Ölmeyi becerememişti ya ancak yaşamak için de bir neden olduğu
gerçeği ona hiç yakın gelmiyordu .. Ta ki başucunda kambur vaziyette
uyuyakalmış 40 yaşlarında o eskii dostu görene kadar..
Gerçek
miydi? Yalnızca gördüğüne inanmak isteyen biri için ne kadar gerçekse o da o
kadar gerçekti.. Derken birden irkildi ve gözlerini açtı.. Her şey bir rüyadan
mı ibaretti yani? Baş ucunda duran yarı dolu bardaktan bir yudum daha içip
kendini kaderin kollarına bıraktı ..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)